Suçla mücadele ve suçtan korunmayı amaçlayan her türlü devlet politikasını tanımlamak için kullanılan kavram olan suç politikası, ceza hukukunun etkinliği ve ceza hukuku dışındaki önleyici tedbirleri kapsar. Devletin kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddete karşı yürüttüğü, yürürlükteki, politikasının en geçerli unsuru ise 6284 sayılı Kanun’dur. Bugün, haklı olarak, toplumsal hareketin en güçlü ve en geçerli yanını da “kadın hareketi” oluşturmaktadır. Dolayısıyla artık, ne yazık ki, en çok bilinen kanun numarasına sahip olan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un sağladığı hakları ve getirdiği yükümlülükleri öğrenmek bir gerekliliktir.
6284 sayılı kanun yürürlüğe girmeden önce de benzer bir alanda, 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun ile benzer bir koruma mekanizması işletilmeye çalışılıyordu. 6284 sayılı Kanun Madde 23 uyarınca yürürlükten kaldırılan bu kanuna göre aile içi şiddete maruz kalan bireylere yönelik koruma tedbirlerine hükmolunabiliyordu. 1998 yılında çıkarılmış 4 maddelik mülga kanunun kapsamının dar oluşu ve işlerliği konusunda yaşanılan problemler ise konunun daha etraflıca ele alınması gerektirdi. Ne yazık ki 4320 sayılı Mülga Kanun’un işlevsizliği ve konunun etraflıca ele alınma gerekliliği, gerek ulusal gerekse uluslararası alanda geniş yankı uyandıran bir şiddet olayı ile fark edilmişti.
Yıllar boyu kocasının şiddetine maruz kalan ve defalarca şikayetçi olsa da devlet tarafından kendisine koruma sağlanamayan Nahide Opuz, 2002 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde(AİHM) Türkiye aleyhine dava açtı. AİHM yargılamada “yargı makamlarının genel olarak kadına yönelik şiddet konusunda gereken hassasiyeti göstermeyip, kayıtsız kalması ve sanıkların şiddet eylemlerinin cezai yaptırıma tabi tutulmaması gerçeği karşısında, kadınların şiddetten korunması noktasında, cinsiyet ayrımcılığına dayalı bir hak ihlali bulunduğunu” tespit etti.
Görülen dava sonucunda AİHM, tarihinde bir ilk olarak aile içi şiddete karşı vatandaşını koruyamadığı gerekçesiyle bir devlet aleyhinde karar vermişti ve bu, Avrupa ölçeğinde yeni bir yargı içtihatı demekti. Bu acı vesileyle uluslararası alanda bir anlaşma, İstanbul Sözleşmesi, hazırlığına başlandı ve sözleşmenin hazırlanmasında da büyük çaba sahibi olan Türkiye, sözleşmenin ilk imzacısı oldu. Günümüzde, 3718 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile İstanbul Sözleşmesinin Türkiye Cumhuriyeti bakımından, tartışmalı biçimde, feshedilmiş olsa da İstanbul Sözleşmesinin bir iç hukuk kazanımı olan 6284 sayılı Kanun, halen yürürlüktedir.
AİHM’nin Türkiye aleyhine hükmettiği Nahide Opuz kararı başka bir iç hukuk kazanımına da vesile olmuştu. 2011 yılına kadar Başbakanlığa bağlı kurumlar ve Genel Müdürlükler halinde yürütülen ailenin bütünlüğünün korunması, güçlendirilmesi ve sosyal refahın arttırılması çalışmaları 2011yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı çatısı altında toplandı. (21 Nisan 2021 itibariyle ise Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı halini aldı.)
6284 sayılı Kanun’un içeriğine geçmeden önce senelerdir dinmek bilmeksizin kanayan bir yara olan kadına yönelik şiddet vakıalarının artmasında mevzuat eksikliğinden ziyade, yargı işleyişi konusundaki problemlerin rol oynadığından bahsetmek isabetsiz olmayacaktır.
Öyle ki, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre 2018 yılında en yüksek seviyelerine ulaşan kadına şiddet olaylarının ardından Adalet Bakanlığı tarafından HSK ve başsavcılığa gönderilen 17/12/2019 tarihli ve 154/1 numaralı Genelgesi ile de durum tasdik edilmiştir. Zira genelgede 6284 sayılı Kanun kapsamında verilen önleyici ve koruyucu tedbir kararlarının uygulanması sırasında ortaya çıkan sorunların giderilmesi ve yol gösterici olması amacıyla, alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esaslar hatırlatılmaktadır. İlgili genelgeyi incelemek isteyenler için de Adalet Bakanlığı internet sitesi üzerinden Bakanlık genelgesine ulaşılamadığını belirtmek isterim.
2020 itibariyle ise İçişleri Bakanlığı tarafından 81 İl Valiliği, İl Emniyet Müdürlüğü, İl Jandarma Komutanlığı, İl Sahil Güvenlik Komutanlığına gönderilen 23635644–249-E.1 sayılı 01/01/2020 tarihli Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele konulu genelgede kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda yükümlülüğü bulunan tüm kamu kurum ve kuruluşları ile bu alanda görev alan kamu görevlilerinin sorumluluklarını gecikmeksizin yerine getirmeleri ve bu konuda topyekûn mücadele edilmesi gerekliliğihatırlatıldı.
Bu genelgelerden hareketle de 2012 yılında yürürlüğe giren kanuna dair uygulama problemlerinin bulunduğu, yerleşmiş bir uygulama birliği sağlanamadığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesinde taahhüt edilen bütüncül politikalar üretme ve etkin yargılama yönelik taahhüdünün bir tezahürü olan 6284'ün etkin uygulanmayışının olumsuz sonuçlarını İstanbul Sözleşmesinin işlevsiz olduğu argümanıyla bertaraf etmeye çalışmak, “kafamızı kuma gömmek” anlamına gelir.
“Bu Kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi (…)” 6824 sayılı Kanun, Madde 1
Şiddete uğrayan kadınlar, çocuklar, aile bireyleri
Şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınlar, çocuklar, aile bireyleri
Tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kimseler
Bu 3 grup altındaki kimseler 6284 sayılı yasanın getirilerinden faydalanabilmektedir.
*TMK uyarınca erkek olan cinsiyetini kadın olarak değiştirmiş olan bireyler, diğer şartların varlığı halinde yasanın korumasından faydalanacaklardır.
**Erkekler, aile bireyleri içinde ise ya da tek taraflı ısrarlı takip mağduru ise 6284 sayılı Kanunun düzenlemelerinden yararlanabilecektir.
Tek taraflı ısrarlı takip: Aralarında aile bağı veya ilişki bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, şiddet uygulayanın, şiddet mağduruna yönelik olarak, güvenliğinden endişe edecek şekilde fiziki veya psikolojik açıdan korku ve çaresizlik duygularına sebep olacak biçimde, içeriği ne olursa olsun fiili, sözlü, yazılı olarak ya da her türlü iletişim aracını kullanarak ve baskı altında tutacak her türlü tutum ve davranışı ifade eder.
“Şiddet: Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranış” 6824 sayılı Kanun, Madde 2/1,d
Şiddetin toplumsal karşılığı yoğunlukla fiziksel olmakla birlikte yalnız fiziksel müdahale ve temaslarla sınırlı bir kavram değildir. Şiddetin fiziksel yönü, cinsel yönü, psikolojik yönü, ekonomik yönü bulunmaktadır. Birer örnek vermek gerekirse; tokat atmak şiddetin fiziksel yönünü, cinsel ilişkiye zorlamak şiddetin cinsel yönünü, ekonomik özgürlüğün kısıtlanması şiddetin ekonomik yönünü, duygusal baskı uygulamak şiddetin psikolojik yönünü oluşturur.
“Ev içi şiddet: Şiddet mağduru ve şiddet uygulayanla aynı haneyi paylaşmasa da aile veya hanede ya da aile mensubu sayılan diğer kişiler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet” 6824 sayılı Kanun, Madde 2/1,b
“Kadına yönelik şiddet: Kadınlara, yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya kadınları etkileyen cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile kadının insan hakları ihlaline yol açan ve bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan her türlü tutum ve davranış” 6824 sayılı Kanun, Madde 2/1,ç
Şiddet ve cinayet kelimelerinin önüne kadın kelimesinin eklenmesi; bu ifadelerin ayrımcılığa yol açtığı ve suçla mücadele açısından uygun tanımlamalar olmadığı gibi sebeplerle eleştirilmektedir. Bütün bu eleştirilerin konuşulup tartışılmasını makul buluyorum lakin bu eleştirileri doğru bulmuyorum. Meselenin özü, kadınlara, kadın olmaları dolayısıyla uygulanan şiddeti tanımlamaktır. Ayriyeten bu durum, salt doktrin tartışmaları sonucu ortaya çıkmış bir kavram değil, sosyal hayatın içerisinde cinsiyet bazlı şiddet suçlarında görülen artış sonucu, devletin koruma yükümlülüğünü yerine getirmemesi ardından kanunda yer bulmuş bir tanımlamadır. Keza 6284'ün cinsiyete dayalı şiddete yönelik getirdiği düzenlemelerin de ayrımcılık olarak yorumlanamayacağı madde 1 fıkra 2 ile belirtilmiştir.
Mülkî amir tarafından verilecek koruyucu tedbir kararları:
Barınma yerinin sağlanması
Geçici maddi yardım yapılması
Rehberlik ve danışmanlık hizmeti
Geçici koruma altına alınma (Kolluk koruması)
Kreş imkânı sağlanması
*Kolluk amiri, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, kanunun koruma sağlanan kişiler ve beraberindeki çocuklar için uygun barınma yeri sağlanması ve hayati tehlikenin bulunması halinde geçici koruma altına alınma koruyucu tedbirlerine karar verebilir.
Hâkim tarafından verilecek koruyucu tedbir kararları:
İşyerinin değiştirilmesi
Ayrı yerleşim yeri belirlenmesi
Tapu kütüğüne aile konutu şerhi konulması
Kimlik ve diğer bilgi ve belgelerin değiştirilmesi
Şiddet tehdidinde veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmama
Uzaklaştırma ve konutun korunan kişiye tahsisi
Korunan kişinin bulunduğu yere yaklaşmama
Çocukla kişisel ilişki kurulmasının sınırlandırılması
Yakınlara, tanıklara ve çocuklara yaklaşmama
Eşyalara zarar vermeme
İletişim araçlarıyla rahatsız etmeme
Silah teslimi (Görevi nedeniyle zimmetinde bulunan silahı kurumuna teslim etme)
Kamu görevi nedeniyle kullanılan silahın teslimi
Alkol veya uyuşturucu ya da uyarıcı madde kullanmama ve bağımlılık halinde muayene ve tedavi
Bir sağlık kuruluşunda muayene ve tedavi
*Yukarıda sayılan koruma tedbirlerinin hiçbiri talep edilmesiyle sonuç doğurmaz. 6284 sayılı kanunda koruma tedbirlerinde karar verici konumda olan merci aile mahkemeleridir ve koruma tedbirlerine hangi şartlar altında hükmedilebileceği ilgili yönetmelik tarafından tatbik edilmiştir.
**Ayriyeten, hükmolunan koruma tedbir kararlarına karşı itiraz kanun yolu açıktır.
“Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir. Kararın verilmesi, Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemez.” 6284 sayılı Kanun Uygulama Yönetmeliği Madde 30/4
Kamuoyunda yanlış anlamalara sebep olan bir kısım da burasıdır. Mevzu hukukun hiçbir noktasında bulunmayan -ilk kez 2003/4048E. ve 2004/2528K. sayılı Yargıtay 5. CD Kararında geçen- fakat toplumsal ölçekte düzenleme olarak var olduğu zannedilen “kadın beyanı esastır” cümlesi, tedbir kararı verilebilmesi için delil ve belge aranmayacağı ifadesinden tekrar gündeme gelmiştir. Oysa basit düşünecek olursak belirttiğim gibi 6284 sayılı Kanundan erkekler de faydalanabilmektedir.
İlgili yönetmelik Madde 30/4 düzenlemesi olsa olsa “mağdurun beyanı esastır” olarak çevrilebilir fakat bu ifade de doğru değildir, mağdurun beyanı da mutlak “doğru” kabul edilemez. Yalnız bir talep ile delil ve belge aranmaksızın her türlü koruma tedbirine hükmedilebileceğini düşünmek doğru değildir. Hükmedilecek koruma tedbirinin şartları ilgili yönetmelikte belirtilmiştir. Mağdurun beyanı ancak uygun koşullar bulunuyorsa esas alınacaktır.
Bu bakımdan temel yargılama ilkeleri ve özellikle etkin soruşturma yükümlülüğü bir kenara bırakılmış değildir. Yalnızca, karşılaşılabilecek durumların, aciliyet gerektiren durumlar olduğunu düşünürsek soruşturma evresinin hızlandırılması bakımından delil ve belge aranmayacak olması makuldür.
Kanun kapsamındaki koruma tedbirlerinden yararlanmak isteyen şiddete uğrayan; Karakol, ŞÖNİM (Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi), Aile Mahkemesi, Cumhuriyet Başsavcılığına başvurabilir. Ayriyeten mülki amir tarafından verilecek koruyucu tedbir kararları için Valiliklere ve Kaymakamlıklara da başvurulabilir.
Herhangi bir acil durum yahut imkânsızlık halinde herhangi bir kamu kurum ve kuruluşuna başvurmak da ihtimal dahilindedir. Durumdan haberdar olan kamu kurum ve kuruluşları, durumu derhal şikâyet mercilerine bildireceklerdir.
Ayriyeten herhangi bir şiddet olayıyla karşı karşıya kalındığı taktirde hastanelere başvurmak da ihtimal dahilindedir. Hastanelerde bulunan hastane polisleri derhal durumdan haberdar edilip, süreç başlatılacaktır.
Her halde, Aile Mahkemelerine başvurmak hızlı karar alınması açısından faydalı olacaktır.
Şiddet mağduru, şiddet veya şiddete uğrama tehlikesine maruz kalması halinde durumu şikâyet mercilerine yazılı, sözlü veya başka bir şekilde bildirebilir; herhangi bir şekle bağlılık aranmaz.
Kanun kapsamında koruma talep edecek kimselerin ilgili mercilere şiddete uğradığını sözel olarak dile getirmesi dahi şikayet için yeterlidir.
Hakkında koruma tedbirlerine hükmedilmiş şiddet uygulayanın koruma tedbirlerine aykırı davranması halinde şiddet uygulayan, hakim kararıyla, üç günden on güne kadar zorlama hapsine tabi tutulacaktır. Koruma tedbirlerine aykırı davranışların tekrarlanması halinde ise 15 günden 30 güne kadar zorlama hapsi uygulanabilecektir. Uygulanacak zorlama hapsinin azami süresi ise 6 aydır. Şiddet uygulayan aleyhine toplamda en fazla altı aylık zorlama hapsi uygulanabilir.
Koruma tedbirlerinin bir kısmı, mağdur lehine doğrudan bir koruma sağlarken bir yandan da lehine koruma sağlanan kişinin sosyal hayatını çeşitli ölçülerde kısıtlanmasına sebep olabilmektedir. Hukuk zemininde korunmayan fiil ve davranışların hali hazırda bu fiillerin yöneltildiği kimselerin hayatına yara verir olması kaçınılmazdır. Fakat unutmamak gerekir ki bu fiil ve davranışlarla mücadele ederken hukuki yararlar arasında ölçülü davranmadan mağdurun hayatına daha da yük getirecek tedbirlere hükmedilmesinin sakıncaları, 6284 sayılı Kanunun eleştirilmesi gereken bir noktasıdır.
Öte yandan kanun isimlendirmesinde tercih edilen Ailenin Korunması ifadesi üzerinden yoğun eleştirilere maruz kalmaktadır. “Aile reisine karşı alınacak koruma tedbirleri ile aile korunamaz.” minvalindeki abesle iştigal açıklamalarla sık sık karşılaşılmaktadır. Öyle ki bu açıklamalarla aile reisinin aile içi şiddete sebebiyet vermesi, suç politikalarının ıslah edici yönleri bir kenara bırakılarak meşru bulunmaktadır.
6284 sayılı kanundan, bu kanunun getirisi haklardan ve uygulanma aşamasında aksaklık bulunduğundan bahsettim. 6284 sayılı Kanunun sağladığı haklardan yararlanmak isteyen kişilere, uygulamadaki aksaklıklarla karşılaşmamak açısından, naçizane tavsiyem; bu sürecin bir avukat aracılığıyla yürütülmesidir. Bu sayede 6284 koruma tedbirlerine başvurulması gereken olaylar karşısında atılabilecek farklı hukuki adımlar da es geçilmemiş olacaktır.
Atılacak her adımın hukuki yanı olduğunu unutmadan, gerek hız gerekse hukuki bir sürecin doğru yönetilmesi açısından, ilgili işlemleri avukat aracılığıyla sürdürmek faydalı olacaktır. Süreci bir avukat yardımıyla yürütebilecek mali gücü bulunmayan kimseler, bulundukları ildeki baronun adli yardım bürosuna başvurarak adli yardım yararlanabilirler.
Av. Ercüment YÖNDEM
23.06.2021