Kısa süren bir arama motoru kullanımıyla okuyabildiğimiz, bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi’nin tam adı Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesidir. Her şeyden evvel ismiyle müsemma bu metni alelade bir metin olarak görmemek, uluslararası hukukun bir parçası olduğunu özümsemek gerekir.
Sözleşme kavramı uluslararası hukukta jenerik ve spesifik anlam sınıflandırmasına uğramaktadır.
Jenerik anlamda Sözleşme terimi tüm uluslararası andlaşma ve anlaşmaları kapsayacak şekilde kullanılmaktadır. (UAD Statüsü 38. Madde 1. Paragraf) Spesifik anlamda Sözleşme terimi ise uluslararası nitelikte bir örgütün yetkisi ve kontrolü altında hazırlanan, müzakere edilen ve benimsenen uluslararası hukuk işlemlerinin genellikle adlandırıldıkları terimdir.
Belirtmek gerekir ki uluslararası hukuk açısından bu tür tasarrufların terminolojik adlandırmaları birbirleriyle karıştırılmakta ve birbirleri yerine kullanılabilmektedirler. Ne var ki bu isimlendirmeler sarf edilen tasarrufun niteliğini ve içeriğini değiştiremez.
Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetten arınmış bir Avrupa yaratmayı hedef edinen bu sözleşmenin adında geçen Avrupa Konseyi bu sözleşmenin güvencesidir.
Avrupa Konseyi İkinci Dünya Savaşı ardından kurulan bir uluslararası örgüt. Türkiye, 1949’da kurulan Avrupa Konseyi’ne kurulduktan üç ay sonra davet edilmiş ve kurucu üye sayılmaktadır. Avrupa Konseyi’nin amaçlarını, Avrupa kültürel benliğinin oluşmasına ve gelişmesine katkıda bulunmak ve insan hakları olarak özetlemek mümkün.
2012 yılında onaylanan ve 2014 yılında ise iç hukuka kazandırılan bu sözleşmeyi, 2011 yılında ilk imzacı olarak “çekincesiz” imzaladık. Ve akabinde 6284 sayılı Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun iç hukukun konusu haline geldi. Kanun 1. Maddesi aracılığıyla bahsi geçen sözleşmeyi şu şekilde vurgulamıştır:
"Bu Kanunun uygulanmasında ve gereken hizmetlerin sunulmasında aşağıdaki temel ilkelere uyulur:
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, özellikle Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ve yürürlükteki diğer kanuni düzenlemeler esas alınır."
Bahsettiğimiz sözleşme, sözleşmede taahhüt edilenlerin GREVIO adlı bağımsız bir kuruluş tarafından izlenip raporlanacağını söylemektedir.
Ülkemizde uzunca süre dile getirilememiş ve dile getirildiğinde de türlü sorunlarla karşılaşılmış bir realite olarak “kadın”ı, 2011 yılında uluslararası bir metin ile güvence altına alıp hemen akabinde ise iç hukuka bu konuda bir kanun yerleştirildiğini görmek oldukça sevindirici.
Taahhüt etmek, söz vermek sosyal yaşamda pek bir anlam ifade etmese de hukuksal perspektifte bir sorunun varlığını kabul edip bu konuda atılmış bir somut adım demektir. Nitekim 6284 de kadına şiddeti önleme mekanizmasının bir somut varlığını gösterir bize. Ayriyeten uluslararası hukuk açısından Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi Madde 26 ile açıklanan Ahde Vefa ilkesi de yürürlükteki sözleşmenin taraf olanları bağlayacağını ve tarafların onu iyi niyetle icra etmesi gerektiğini söyler.
Konuyla alakalı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ndan örnekler vermek gerekirse:
AY Madde 41 — Ailenin Korunması ve Çocuk Hakları:
Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.
Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.
Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.
Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.
AY Madde 10 — Kanun Önünde Eşitlik:
Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.
Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.
Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde (…) kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
Hayatımda bir uluslararası sözleşme taraftarlığı yapacağımı düşünmezdim. Nitekim şiddetin önlenmesini amaçlayan bu uluslararası sözleşmenin ülke çapında ve iç siyaset malzemesi olarak tartışılacağını da düşünmezdim. Hükümler ve niyetler bu kadar açıkken, hele ki kimse şiddet taraftarı olduğunu dile getirmezken, bu metne karşıtlığı anlamlı ve samimi bulmadığımı ifade etmek isterim.
Kadına; toplumsal cinsiyet, erkek egemenlik, fıtrat, anane, kültür temelli bir bakış açısı günümüzde sosyal yaşamda dahi hoş karşılanmazken hukukun böyle bir bakış açısına sahip olması için çabalamak yaşam tarzına müdahaleden başka bir şey değildir. Ve çok net belirtmek gerekir ki kadın bir cinsiyet belirtmesidir ve insandır. Kadına insan merkezli bakmamak, Türkiye’deki kadın “sorun”una kaynaklık etmek anlamı taşır.
Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi’nin niteliği itibariyle insan haklarını konu edinen bir metin olduğunu unutmadan, hayattaki kendi doğrularımız her ne olursa olsun insan hakları temelli bakış açısından dışarı taşmadan incelemek gerekir bu metni. Metin içerisindeki “birlikte yaşayan bireyler”, “cinsel yönelim” gibi ibareleri anlamları ve bağlamları dışında yorumlamayan ve yaşam tarzına müdahale etme gayesi taşımayan insan haklarının önemini kavramış her bireyin bu sözleşmenin destekçisi olacağı konusunda şüphem yok.
Hukuk kavramının değerini zedelemeden ifade etmek gerekir ki; her ne kadar çağdaş, ilerici, doğru şeyler söylese de hiçbir hukuki metin yaşatamaz. Hukuk; bir meşruluk zemini, bir mevzuat silsilesidir, kodifikasyon mekanizmasıdır. Yani yaşama zeminidir, bitkinin toprağıdır.
İkinci Dünya savaşı sonrası yükselişe geçen insan hakları, doğumla kazanılmış haklarımızı konu almaktadır. Farkına varmak gerekir ki Devlet ya da Hukuk korusun ya da korumasın sırf insan olmamız dolayısıyla kazanılmış HAKLARIMIZ VAR.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi — Madde 1:
Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar.
Devlet mekanizması; hukuki araçları kullanarak doğumla kazandığımız bu haklarımızı güvence altında tutmak, ihlal durumunda cezalandırmak ve ihlallere karşı korumak mecburiyetindedir. Yani devlet bu haklarımıza uymak, bu haklarımızı korumak ve bu haklarımızı uygulamak mecburiyetindedir.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde bu topraklarda sarf edilmiş “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” sözü de hemen yukarıdaki cümlelerin başka bir ifadesidir.
Unutmayın, İstanbul Sözleşmesi imzalanmamış olsa da HAKLARIMIZ VAR!
Ve bir kadının eteğine kan sıçrıyor ise bu coğrafyada; kandan değil haktan, insanlıktan, insan haklarından almalıyız gücümüzü…
İstanbul Sözleşmesini okuyup imzalamalıyız her birimiz.
Hayatı hakkını vererek yaşamalıyız!
Av. Ercüment YÖNDEM
07.08.2020